İnsanların
gördükleri, duydukları, dokundukları, kokladıkları ve mutlak varlık
sandıkları herşeyin gerçekte birer algılar bütünü olması ve yaşamımız
boyunca sadece kopya görüntülerle muhatap olmamız, tıpkı kainatın yoktan
var olması, sonsuzluğun varlığı, öldükten sonra sonsuz bir hayat için
yeniden diriltilecek olmamız gibi olağanüstü bir durumdur. Allah,
kusursuz ve saymakla bitmeyecek kadar çok detaya sahip olan evreni, her
an, eksiksiz olarak yaratmaktadır. Üstelik bu yaratış o kadar
kusursuzdur ki, yeryüzünde bugüne kadar var olmuş pek çok insan bu
evrenin ve gördükleri herşeyin bir hayal olduğunu anlayamamışlar, hep
maddenin aslı ile muhatap olduklarını sanmışlardır.
21. yüzyılda, bilimsel bulguların maddenin aslına
hiçbir zaman ulaşamayacağımızı kesin olarak kanıtlaması ile bu gerçek
daha da ortaya çıkmıştır. Ancak, bazı insanlar hala bu durumu
anlamazlıktan gelmektedir. Oysa bu, anlamazlıktan veya görmezlikten
gelinecek, önemsenmeyecek veya reddedilecek bir bilgi değildir. Aksine,
maddenin ne olduğunu bilmek gerçekçi olmanın önemli bir şartıdır. Bu
nedenle, bu konu ile karşılaşan insanların, bu konunun önemini
düşünmeleri ve kavramaları çok önemlidir. Maddenin gerçek mahiyetini
okuyan bazı insanlar, bu konuya neden bu kadar çok önem verildiğini
anlayamadıklarını belirtmektedirler. Hatta, bu konunun iman ile bir
ilgisi olmadığını sanmakta, neden her imani konunun arkasından bu
konunun anlatıldığını sormaktadırlar. Oysa, bu konunun önemi ortadadır.
Materyalistleri ürküten, onların tüm fikirlerini yerle bir eden bu
gerçeğin önemini, tüm Müslümanlar anlamalı ve insanlara da duyurmaya
çalışmalıdırlar.
Maddenin gerçek mahiyetinin bilinmesi, insanların
bazı imani konuları anlamaları açısından da büyük bir önem taşımaktadır
ve diğer imani konular kadar önemle anlatılmalıdır. Herşeyden önce,
maddenin gerçek yönünün anlaşılması ile, insanlar hem dünyaya olan hırs
dolu bağlılıklarından arınmakta ve yalnızca ahirete yönelmekte, hem
büyük bir yanılgıdan kurtulmakta, hem de bu yanılgıları nedeniyle bir
türlü kavrayamadıkları bazı gerçekleri rahatlıkla
kavrayabilmektedirler. Örneğin Allah'ın nerede olduğu, cennet ve
cehennemin varlığı, ruhun mahiyeti, ölümden sonraki yaşam, sonsuzluk
gibi konular, materyalist bir dünya görüşüne sahip veya bu görüşün
telkini altında yetişmiş insanlar tarafından kavranamamaktadır.
Ancak,
maddenin bir hayal olarak algılanıyor olması, bu soruların cevaplarının
doğal olarak verilmesini sağlamaktadır. Böylece insanlar Allah'ın tek
mutlak varlık olduğunu açıkça görebilmektedirler.
Maddenin ne olduğunun anlaşılması ile, insanlar
dünya hayatında bağlandıkları herşeyin, hırslarının, tutkularının,
kendilerine Allah'ı ve ahireti unutturan herşeyin boş ve aldatıcı
olduğunu kuvvetle hissetmektedirler. Bu ise, dünya hırslarından
kurtulup, katıksız olarak, ihlasla Allah'a yönelmelerine ve şirkten
kurtulmalarına vesile olmaktadır.
İnsanların kibir ve azametle her türlü insanlık ve
ahlak dışı davranışa eğilim gösterdiği bir yüzyılda, insanlar
kendilerinin ve gözlerinde büyüttükleri insanların birer gölge varlık
olduklarını anladıklarında, kibir ve azametlerinin yerini tevazu ve
yumuşak başlılık alacaktır.
Tüm bu gelişmeler ise, huzur ve güvenliğin olduğu,
cimriliğin ve bencilliğin, acımasız rekabetin ortadan kalktığı
toplumlar oluşmasına vesile olacaktır.
Maddenin aslına ulaşamıyor olmamızın yaygın olarak
kabul edilmesiyle meydana gelecek en önemli gelişmelerden biri ise
şüphesiz, materyalist felsefenin çöküşü olacaktır.
Şimdi, maddenin mutlak olmadığı gerçeğinin neden tarihin en önemli konularından biri olduğunu detaylarıyla görelim.
MADDENİN GERÇEĞİ, TEK MUTLAK VARLIĞIN ALLAH OLDUĞUNU
GÖSTERİR
Bu ilmin gösterdiği en önemli konulardan biri, tek
mutlak varlığın Allah olduğu gerçeğidir. Materyalist felsefelerin
etkisinde kalarak maddeyi mutlak varlık zanneden bazı insanlar, Allah'ın
varlığını ve nerede olduğunu anlatırken, son derece sapkın ve cahilce
bir üslup kullanırlar. Örneğin, "Allah nerede" sorusuna "Bana aklını
göster, gösteremezsin. İşte Allah akıl gibi bir gerçektir, ama görünmez"
diyerek cahilce cevap verirler. Bazıları ise, (Allah'ı tenzih ederiz)
kendi akıllarınca Allah'ı hayal olarak gösterir, Allah'ın varlığını
radyo dalgalarına benzetir. (Allah'ı tenzih ederiz) Onların batıl
görüşüne göre, kendileri ve sahip oldukları herşey mutlak varlıklardır
ve Allah'ın varlığı ise, bu maddesel varlıkları radyo dalgaları gibi
sarmaktadır. Oysa hayal olan kendileri ve sahip olduklarıdır. Tek mutlak
varlık ise Allah'tır. Allah'ın varlığı her yeri kuşatmıştır. İnsan ise
hiçbir şekilde mutlak varlık olamayacağı için görüntüdür.
Bu gerçeği Rabbimiz bir ayette şöyle bildirir:
Allah... O'ndan başka ilah yoktur.
Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne
varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak
kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği
kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar.
O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların
korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara
Suresi, 255)
Bu gerçeğin kavranmasıyla, şirk koşmadan, Allah'ı
birleyerek iman tam anlamıyla oluşur. Çünkü Allah'tan başka tüm
varlıkların gölge varlıklar olduklarını bilen bir insan, kesin bir
imanla (hakkel yakin derecesinde) "yalnızca Allah vardır, O'ndan başka ilah (güç sahibi varlık) yoktur" der.
Allah'ı gözleriyle görmediği için Allah'ın
varlığına inanmayanların maddeci iddiaları da, maddenin gerçek mahiyeti
öğrenildiğinde tamamen yıkılır. Çünkü bu gerçeği öğrenen kişi, kendi
varlığının bir hayal niteliğinde olduğunu anlar. Hayal olan bir
varlığın ise, mutlak olan bir varlığı göremeyeceğini kavrar. Nitekim
Kuran'da, insanların Kendisi'ni göremediği, ama Kendisi'nin onları
gördüğünü Rabbimiz şöyle açıklar:
Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder... (En'am Suresi, 103)
Elbette ki biz insanlar Allah'ın varlığını
gözlerimizle göremeyiz. Ama biliriz ki, Allah bizim içimizi, dışımızı,
bakışlarımızı, düşüncelerimizi tam olarak kuşatmıştır. Bu nedenle Allah
Kuran'da Kendisi'nin "kulaklara ve gözlere malik olan"
(Yunus Suresi, 31) olduğunu bildirmektedir. Allah'ın bilgisi dışında
biz tek bir söz söyleyemeyiz, hatta tek bir nefes dahi alamayız. Allah
bizim yaptığımız herşeyi bilir, bu durum Kuran'da da şöyle
belirtilmiştir:
Şüphesiz, yerde ve gökte Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz. (Al-i İmran Suresi, 5)
Allah'ın her an bizi izlediği, gördüğü, işittiği
çok önemli bir gerçektir. Bu gerçeğin farkında olan bir insan, Allah'ı
gözleriyle görmese bile, O'nun her anında kendisinden haberdar olduğunu
bilir. Bu nedenle her ne iş üzerinde olursa olsun, Allah'ın şahit
olduğunu bilerek, Allah'ın hoşnut olmayacağı bir davranıştan,
konuşmadan, bakıştan veya düşünceden sakınır. Allah, her işimizde bize
yakın olduğunu, bizi izlediğini ve hiçbir şeyin O'ndan uzak
olmayacağını şöyle bildirir:
Senin içinde olduğun herhangi bir
durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin
işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona daldığınızda, Biz sizin
üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca
hiçbir şey Rabbinden uzakta saklı kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha
büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın. (Yunus Suresi, 61)
Tek mutlak varlık olan Allah, elbette ki bir hayal
olarak yarattığı insanı her yönüyle bilmektedir. Bu, Allah için çok
kolaydır. Fakat kimi insanlar cehaletleri nedeniyle, bunu anlamakta
zorlanırlar. Oysa "dış dünya" sandığımız algıları seyrederken, yani
hayatımızı sürdürürken, bize en yakın olan varlığın, herhangi bir algı
değil, Allah'ın Kendisi olduğu apaçık bir gerçektir. Kuran'da yer alan,
"Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız" (Kaf
Suresi, 16) ayetinin sırrı da bu gerçekte gizlidir.
Ama bir insan
kendi bedeninin "mutlak varlık olan madde"den oluştuğunu zannettiğinde
bu önemli gerçeği kavrayamaz. Çünkü kendisine en yakın olanın yine
kendi bedeni olduğunu zannetmektedir. Örneğin bu insan kendi varlığını
"beyni" olarak algılıyorsa, ona şah damarından daha yakın bir varlık
olabileceğine ihtimal vermez. Oysa maddenin mutlak olmadığını, herşeyin
zihninde yaşadığı kopyalar olduğunu kavradığında, artık dışarısı,
içerisi, uzak, yakın gibi kavramların bir anlamı kalmamıştır. Şah
damarı da, beyni, eli, ayağı da, kendi dışında zannettiği evi, arabası
ve hatta çok uzakta sandığı Güneş, Ay, yıldızlar da tek bir satıhtadır.
Allah kendisini çepeçevre kuşatmıştır ve ona "sonsuz yakın"dır.
Çocuğunu kucağında taşıyan,
eşine sarılan, annesi ile sohbet eden bir insan
bu kişilerin kendisine en yakın insanlar olduklarını
zanneder. Oysa, insana bir dostundan, eşinden,
çocuklarından, hatta kendisinden de daha yakın
olan Allah'tır. Bir Kuran ayetinde bildirildiği
gibi, Allah, insana "şah damarından daha yakın"dır.
(Kaf Suresi, 16)
|
Allah insanlara "sonsuz yakın" olduğunu, "kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım..." (Bakara Suresi, 186) ayeti ile de bildirir. Bir başka ayette geçen, "Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır"
(İsra Suresi, 60) ifadesi de yine aynı gerçeği haber verir. Buna
rağmen bazı insanlar kendilerine en yakın olan varlığın yine kendileri
olduğunu sanarak yanılırlar. Oysa Allah bize, kendimizden bile daha
yakındır. "Hele can boğaza gelip dayandığında, ki o sırada siz
(sadece) bakıp-durursunuz, Biz ona sizden daha yakınız; ancak
görmezsiniz." (Vakıa Suresi, 83-85) ayetleriyle de insana en
yakın varlığın Allah olduğu gerçeğine bir kez daha dikkat çekilmiştir.
Gerçekten de ölüm döşeğindeki ya da hasta yatağındaki bir insan büyük
bir yanılgıyla, o an kendisine en yakın varlığın baş ucundaki doktoru
veya ona sarılan annesi ya da elini tutan, kendisine dokunan bir yakını
olduğunu düşünebilir. Ancak ayette de bildirildiği gibi Allah o sırada
kendisine hepsinden daha yakındır. Üstelik yalnızca o an değil, insan
ilk var olduğu andan itibaren kendisine en yakın olan yegane varlık
Allah'tır. Fakat insanların bir kısmı gözleriyle görmedikleri için bu
gerçekten habersiz yaşarlar.
Allah'ın mekandan münezzeh olduğu ve her yeri çepeçevre kuşattığı gerçeği bir başka ayette de şöyle belirtilmektedir:
Doğu da Allah'ındır, batı da. Her
nereye dönerseniz Allah'ın yüzü orasıdır. Şüphesiz ki Allah kuşatandır,
bilendir. (Bakara Suresi, 115)
Allah bir başka ayetinde ise bu gerçeği şöyle açıklar:
Gökleri ve yeri altı günde
yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı,
gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle
beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 4)
Tüm bu anlatılanlardan çıkan sonuç; tek ve gerçek
mutlak varlığın Allah olduğudur. Allah ilmiyle, bir gölge varlık olan
insanı ve diğer herşeyi kuşatmıştır. Bir ayette de, "Sizin ilahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır."
(Taha Suresi, 98) denilerek bu gerçeğe işaret edilmektedir. Allah
Kuran'da yer alan diğer bir ayette ise insanları böyle bir gaflete
karşı şöyle uyarmıştır:
Dikkatli olun; gerçekten onlar,
Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun;
gerçekten O, herşeyi sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)
İNSANLARIN YAPTIKLARI DA ALLAH'A AİTTİR
Allah'ın yarattığı gölge bir varlık olan insan,
Allah'tan bağımsız olarak bir güce de sahip olamaz. Allah bir ayetinde
bu gerçeği şöyle bildirir:
Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz... (İnsan Suresi, 30)
Bazı insanlar bu çok önemli gerçekten gafil olarak
yaşarlar. Kendilerini yaratanın Allah olduğunu kabul eder, ancak
yaptıkları işlerin kendilerine ait olduğunu zannederler. Oysa, insanın
her yaptığı fiil Allah'ın izniyle yaratılır. Örneğin, bir kitap yazan
insan Allah'ın izniyle o kitabı yazar. O kitaptaki her cümle, her
fikir, her paragraf Allah'ın dilemesiyle meydana gelir. Allah bu çok
önemli gerçeği birçok ayeti ile bildirmektedir. Bu ayetlerden biri, "... sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır" ayetidir. (Saffat Suresi, 96) Allah, "... attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı..." (Enfal Suresi, 17) ayetiyle ise, her yaptığımızın Kendisi'ne ait fiiller olduğunu bildirmektedir.
Allah başka ayetlerde de peygambere müminlerden
sadaka almalarını bildirir. Ancak, ayetin devamında sadakaları alanın
gerçekte Kendisi olduğunu açıklar:
Onların mallarından sadaka al,
bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et. Doğrusu,
senin duan, onlar için 'bir sükûnet ve huzurdur.' Allah işitendir,
bilendir. Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından
tevbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olan O'dur. Şüphesiz,
tevbeleri kabul eden, esirgeyen O'dur. (Tevbe Suresi, 103-104)
Büyük İslam alimi Muhyiddin Arabi, yaptığımız fiillerin de Allah'a ait olduğunu şöyle açıklar:
İnsanların yaptıkları tüm fiiller Allah'a aittir.
Örneğin bir çocuğun okuyabilmesi, bir mimarın
meydana getirdiği bir proje, bir bilim adamının
buluşu, mutfakta pişen yemek, bir sanatçının eseri...
Tüm bunları yaratan ve yaptıran Allah'tır.
|
Ruhlara gelince, onlardan meydana gelen fiillerin kaynağı da onların zatında değildir. Ruh ve cisimleri devamlı olarak harekete sevk eden kuvvet ancak Cenab-ı Hakk'tır.
Ruh ve maddeler mütemeyyiz varlıklardan ve müteayyin hakikatlerden
değildirler. İlahi fiillerden, yüce varlığın muhtelif
suretlerindendirler. Yine bunun gibi, sonlu ve sonsuz denilen şeyler
de, gerçekte başka başka şeyler olmayıp, değişik iki noktadan öyle
görünen bir tek şeyden ibarettirler.37
Muhyiddin Arabi'nin sözünde de açıkladığı gibi tüm
fiileri yaratan, ruhlara bu fiilleri işleyenin kendisi olduğu hissini
veren Allah'tır. Allah, tüm ruhlarda bu hissi o kadar gerçekçi olarak
yaratır ki, örneğin taşı atan insan gerçekten o taşı atanın kendisi
olduğunu zanneder. Oysa, gölge bir varlık olan insan atma eylemini
yapamaz. Ancak Allah, insana bu eylemleri kendisi yapıyormuş gibi
hissettirir. Allah'ın yaratışındaki mucizenin ve kusursuzluğun bir
sonucu olarak, insan bu hissi çok yoğun hisseder ve gerçekten taşı
tuttuğunu, kolunu geriye uzatarak hız ve güç aldığını ve taşı attığını
zanneder.
İnsan her anında, Allah'a bağımlı olarak yaşar,
bilse de bilmese de, kabul etse de etmese de aslında Allah'a boyun
eğmiştir. Allah bir ayetinde bunu şöyle bildirir:
Göklerde ve yerde her ne varsa
-isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa- Allah'a secde eder. Sabah
akşam gölgeleri de (O'na secde eder). (Ra'd Suresi, 15)
Yeryüzünde tanıdığınız, bildiğiniz, tarihte
yaşamış, günümüzde var olan kim varsa, hangi mevkide olursa olsun, neye
sahip olursa olsun veya ne kadar inatçı bir inkarcı olursa olsun, bu
gerçek değişmez. Her insan Allah'a boyun eğen, Allah'ın yarattığı,
ruhundan üflediği, gölge bir varlıktır. Bunu bilen bir insanın
zenginliği, sahip olduğu ilim, ünvan veya şöhret, mevki veya makam ile,
yetenekleri veya işyerindeki başarılar ile övünüp büyüklenmesi
imkansız hale gelir. Buna rağmen kibirlenenler ise, aslında büyük bir
acizlik içindedirler. Çünkü Allah insanların kendi attıklarını
sandıkları taşı dahi gerçekte atmadıklarını, bunu yapanın Kendisi
olduğunu bildirmişken, halen daha insanın başarılarından dolayı
kendisine pay çıkarması çok büyük cehalettir.
Her insanın yaptığı tüm
işler, kazandığı tüm başarılar, sahip olduğu yeteneklerin
tamamı Allah'a aittir. Bu kişi büyük bir devletin
başkanı, dünyanın en zengin insanı, herkesin sevdiği
bir sanatçı veya önemli buluşlar yapan bir bilim
adamı da olsa, bu gerçek değişmez. Her insan Allah'a
boyun eğmiş olarak O'nun dilediği şeyleri yapar.
|
Allah her insanı bu şekilde imtihan etmekte ve
aynı zamanda eğitmektedir. Bugün bu gerçeğe akıl erdiremeyen, çok açık
olmasına rağmen kabul etmeyenler, ölümden sonra tekrar
diriltildiklerinde herşeyi tüm açıklığı ile görecekler ve hiçbir şeye
güç yetiremediklerini anlayacaklardır. Allah, Kendisi'ni inkar
edenlerin acizliğini bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
Rablerini inkar edenlerin durumu
şudur: Onların yaptıkları, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle
savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeye güç
yetiremezler. İşte uzak bir sapıklık (içinde olmak) budur. (İbrahim
Suresi, 18)
Allah ise herşeye güç yetiren tek varlıktır:
Göklerde ve yerde olanların tümü
Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nundur, hamd (övgü) de O'nundur. O, herşeye
güç yetirendir. (Teğabün Suresi, 1)
MADDENİN GERÇEĞİNİN KAVRANMASI İNSANLARI İMAN ETMEYE
YÖNELTECEKTİR
Hayatı boyunca ruhuna gösterilen görüntüleri
izlediğini fark eden insanlar, hem ruhlarını hem de kesintisizce devam
eden bu görüntüleri yaratanın Allah olduğuna kesin olarak
inanacaklardır.
Bazı insanların, maddenin sırrını kabul
etmemekteki ısrarlarının bir nedeni de, Allah'ın büyüklüğünü ve
azametini kavrayıp kendi hiçliklerini kabul etmek istemeyişleridir. Ama
bu insanlar kabullenmek istemeseler de ortada tartışmasız bir gerçek
vardır: Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır ve O'nun
tecellisidir. Tek mutlak varlık Allah'tır ve Allah'ın yarattığı diğer
varlıklar mutlak değildir, birer görüntüdür. Allah'ın yarattığı
görüntüleri seyreden "ben"ler, yani insanlar, Allah'tan birer
ruhturlar.
Bu ilim ve bu büyük sır kavrandığı takdirde
insanların bilinçleri keskin bir netliğe kavuşacak, üzerlerindeki
manevi pus ortadan kalkacaktır. Anlayan herkes Allah'a gönülden teslim
olacak, Allah'ı çok sevecek ve O'ndan çok korkacaktır. Bununla birlikte
insanların üzerindeki kibir, kendini beğenmişlik hislerinin yerini
tevazu ve mahcubiyet alacaktır. Allah'ın insanlardan istediği de budur.
Bu çarpıcı gerçeği anlayanlar yeni bir bakış açısı kazanacak, yepyeni
bir hayata başlayacaklardır. Böylece Allah'ın kudretini gereği gibi
takdir edecekler ve "Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir
edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucundadır; gökler
de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve
yücedir." (Zümer Suresi, 67) ayetinde söz edilen kişilerden olmaktan uzaklaşacaklardır.
MADDENİN GERÇEĞİNİ BİLMEK DÜNYA HIRSINI ORTADAN KALDIRIR
Buraya kadar anlattığımız konu, yaşamınız boyunca
size anlatılmış en büyük gerçeklerden biridir. Çünkü tüm maddesel
dünyanın gerçekte bir "gölge varlık" olduğunu ispatlayan bu konu,
Allah'ın varlığının ve yaratışının kavranmasının, O'nun yegane mutlak
varlık olduğunun anlaşılabilmesinin anahtarıdır. Aynı zamanda hem
insanın ne kadar aciz olduğunun ilmi ve reddedilemez bir ispatıdır, hem
de Allah'ın muhteşem sanatının bir tecellisidir. Bu nedenle de bu ilim
insanları kesin olarak iman ettirmekte, iman etmemeyi imkansız hale
getirmektedir. Bazı insanların bu gerçekten kaçmalarının ana sebebi de
budur.
Bir insanın sahip olduğunu sandığı
herşeyin, evinin, arabasının, ailesinin, işinin ve tüm dostlarının
beyninin içinde meydana gelen his ve görüntüleriyle muhatap olur. Ve bir
insan hiçbir zaman bunların dışarıda olan asıl hallerini bilemez. Bu
gerçeği kavrayan bir insan, herşeyin tek sahibinin, bu görüntüleri
beyninde yaratan Allah olduğunu anlar. Dünya hayatına hırsla bağlı olan
insanlar bu nedenle bu gerçekten çok büyük bir korku duyarlar.
|
Burada anlatılanlar, tıpkı bir fizik kanunu veya
bir kimya formülü kadar kesin gerçeklerdir. İnsanlar yeri geldiğinde en
zor matematik problemlerini bile çözebilmekte, anlaşılması çok zor
görülen pek çok konuyu kavrayabilmektedirler. Ama aynı kişilere,
insanların hayatları boyunca zihinlerinde oluşan görüntülerle muhatap
oldukları, maddenin aslıyla hiçbir şekilde muhatap olamayacakları
anlatıldığında, bunu bir türlü anlamaya yanaşmamaktadırlar. Bu, son
derece "abartılı" bir anlayışsızlık durumudur.
Çünkü burada anlatılan
konunun kavranması, tıpkı bir insanın, "iki çarpı iki kaç eder?", "kaç
yaşındasın?" gibi sorulara vereceği cevaplar kadar kolaydır. Dünyayı
nerede gördüğünü hangi bilim adamına, hangi nöroloji profesörüne
sorsanız size "tabii ki beynimde" diye cevap verecektir. Hatta, bu
gerçeği lise biyoloji kitaplarında dahi bulabilirsiniz. Ancak tüm bu
açıklığa rağmen, maddesel dünyayı beynimizde algıladığımıza dair bilgi
ve bu bilginin insanı ulaştırdığı sonuçlar görmezlikten
gelinebilmektedir. Bilim tarafından ispatlanmış en önemli gerçeklerden
birinin insanların gözünden bu kadar büyük bir titizlikle saklanması
büyük bir olaydır aslında.
İnsanların, bütün bilimsel gerçekleri kolaylıkla
kabul edip, bu gerçekten bu kadar çok korkup kaçmalarının temel sebebi
ise, maddenin gerçeğini öğrenmenin tüm insanların hayata bakış açılarını
temelinden değiştirecek olmasıdır. Maddeyi ve kendilerini mutlak varlık
olarak kabul edenler ve tüm hayatlarını buna bağlı olarak kuranlar, bir
anda kendilerinin, eşlerinin, çocuklarının, sahip oldukları tüm
servetin sadece zihinlerindeki yansımasıyla muhatap olduklarını
anlayacaklardır. İşte insanların bu gerçekten bu kadar korkmalarının,
anladıkları halde anlamazlıktan gelmelerinin, bir ilkokul çocuğunun dahi
kolaylıkla kavrayabileceği bir gerçeği son derece anlamsız itirazlarla
yok etmeye çalışmalarının ardında yatan neden, bu dünya hırslarını
kaybetme korkusudur.
Mallara, oğullara, dünyanın geçici süslerine
hırsla bağlı olan biri için bu gerçekten de büyük bir korku sebebidir.
Çünkü bu gerçeği anladığında, daha ölmeden ölmüş, malını ve canını
teslim etmiş olacaktır. Allah "Eğer sizden onları(n tümünü)
isteyip sizi çıplak bırakacak olursa, cimrilik edersiniz ve sizin
kinlerinizi de ortaya çıkarmış olur." (Muhammed Suresi, 37)
ayetiyle, insanlardan tüm mallarını istediğinde onların nasıl
direneceklerini ve cimrilik edeceklerini bildirmektedir. Bir insan
maddenin gerçeğini öğrendiğinde ise, zaten malının, canının Allah'a ait
olduğunu, verecek veya vermemekte direnecek bir şeyi olmadığını
anlayacak, ölmeden önce herşeyiyle Allah'a teslim olacaktır. Samimi
iman edenler için bu bir güzellik, şeref ve Allah'a yakınlığa bir
vesiledir. İmansız veya zayıf imanlı insanlar ise, bu güzelliği fark
edemedikleri için bu gerçeği büyük bir ısrarla reddederler.
Çevrenizdeki mal hırsına kapılmış insanların en
çok nelere değer verdiklerini bir düşünün: İyi
bir ev, lüks eşyalar, gösterişli mücevherler,
son model bir araba, bankalarda yüksek miktarda
para, yat... İşte bu nedenle de bu insanlar, sahip
oldukları tüm bu maddeleri beyinlerindeki bir
ekrandan izledikleri ve asıllarıyla asla karşılaşamayacakları
gerçeğinden çok korkarlar.
Oysa kabul etmek
istemeseler de beyinlerinde oluşan bir kopya dünya
içinde yaşamaktadırlar. Dışarıdaki dünya ile muhatap
olmaları mümkün değildir. Çünkü sesi, ışığı ve
kokuyu hiçbir şekilde geçirmeyen kafataslarının
içine girebilen sadece bu maddelerden gelen elektriksel
bilgilerdir.
Resimdeki gibi
para verip, arkada görülen muhteşem villayı satın
alan insanın içinde bulunduğu durum da böyledir.
Kendini bir villa satın alıyor ve para sayıyor
zannederken, aslında beyninde oluşan bir görüntüyü
satın almakta, karşısındaki kişiye de paranın
kendisini değil, görüntüsünü vermektedir. Parayı
alan kişi de gerçekte bir görüntü almaktadır.
Yani ortada bir "görüntü alışverişi" vardır.
|
|
BEYİNDE BİR GÖRÜNTÜ OLAN FABRİKA, YAT VE ARSALARIN,
KENDİLERİNİ BOŞA ÜZEN SAHİPLERİ
Bu bölümde, hayatı boyunca zengin olmanın hırsını
yaşamış, genç yaşından itibaren gece gündüz çalışmış, "herşeyi alnımın
teriyle kazandım" diyen bir fabrika sahibinin içinde bulunduğu gafil
durumdan örnekler vererek çok önemli bir gerçeği anlatacağız.
Burada söz edeceğimiz kişi orta yaşlarını geçmiş,
iyi okullarda okuttuğu kız ve erkek çocukları olan, birkaç araba, yat,
birçok ev ve arsanın sahibidir. Bu adam, dünya hayatında -kendince-
övünebileceği herşeye sahiptir. Yine kendi düşüncesine göre, dünya
hayatında bir insanın amaç edinebileceği herşeyi elde etmiştir. Maddi
zenginliği ile birlikte büyük bir itibar görür. Sabahları kendisine
hizmet eden hizmetçilerinden arabasının kapısını açarak önünde eğilen
şoförüne, şirket binasına girerken kendisini saygıyla selamlayan
güvenlik görevlilerinden şirketten içeri girdiği andan odasına gidene
kadar "hazırola geçen" şirket çalışanlarına kadar kendisini tanıyan
herkesin gözünde büyük bir itibar, mevki ve makam sahibidir.
Çok yüksek
mevkilerde ve önemli yerlerde çok yakın dostları ve çevresi vardır.
Her gün toplantıdan toplantıya koşar, birçok derneğin ve kuruluşun
üyesi ve hatta başkanıdır. Bir gün içinde yüzlerce kişiye emir verir.
Bankasında ve özel kasasında sayamayacağı kadar çok parası, hisse
senedi, tahvili bulunur. Ara sıra bunları sayarak, daha da çok tatmin
bulur, gururlanır, övünür. Özellikle herşeyi tek başına, çalışarak elde
ediyor olması, bütün hayatını adamış olduğu kazançlara ulaşmış olması
ona büyük bir tatmin ve güven duygusu verir.
Bir gün, arkadaşlarıyla bir yat gezisindeyken,
bir kişi yanına gelir ve ona şunları söyler: "Şu anda burada gördüğün
bütün insanlar, bu yat, deniz, fabrikaların, evlerin, emrinde çalışan
insanlar... Bunların hepsinin sadece beyninde meydana gelen
görüntüleriyle muhatapsın. Bunların asıllarını hiçbir zaman bilemezsin.
Beynine giden sinirler kesilse, bu yat, yattaki insanlar, onların
sesleri, konuşmaları, denizin kokusu, içtiğin meyve suyunun tadı,
kısacası herşey bir anda yok olur. Bunların hepsi ve senin dünya hayatın
boyunca sahip olduğun herşey, zihninde meydana gelir. Evlerinin,
arabalarının, yatının, fabrikanın, şirketinin rüyanda sahip olduğun
mallardan hiçbir farkı yoktur. Tıpkı, gece rüyanda özel uçağınla
Avrupa'ya gittiğini görmen, ancak sabah uyandığında ne bir uçağının
olup ne de Avrupa'da bulunup, kendini yatağında bulman gibi. Peki, bu
hayatım dediğin uykundan da bir gün uyanıp, kendini bambaşka bir yerde,
bu hayatına dair görüntüleri izlerken bulmayacağından nasıl emin
olabilirsin?"
Bu zengin adam, kendisine anlatılanlara şiddetle
karşı çıkacaktır. Kendisine bu gerçeğin bilimsel delilleri bütün
açıklığı ile anlatılsa ve kendisi de bunu anlasa dahi, gerçeği
kabullenmekten kaçacaktır. Çünkü, kendi aklına göre, sahip olduğu
herşeyin rüya gibi bir hayal olduğunu kabul etmesi, bütün hayatı
boyunca bir hayalin peşinden gittiğini kabul etmesi demek olacaktır. O
zaman, bu insanın övündüğü, böbürlendiği, kibir yaptığı herşey bir
hayaldir. Bu, bir insanın rüyasında zengin olup, bu hayali zenginliği
ile insanlara hava atması kadar insanı küçük ve akılsız duruma
düşürecek bir durumdur. O zaman bu insan, artık şirketine girdiğinde,
gördüğü saygı ve itibardan dolayı büyüklüğe kapılamaz. Çünkü kendisine
saygı gösterenlerin, önünde eğilenlerin hepsi zihninde meydana gelen
kopya varlıklardır. Veya kendisine bunlar anlatılırken içinde bulunduğu
yatı ile misafirlerine kendi deyimiyle "hava atamayacak"tır. Çünkü yat
da yattaki misafirleri de beyninde meydana gelen hayallerdir.
Kendisine maddenin bir hayal olduğu, maddi bir
varlığın aslı ile hiçbir zaman hiçbir şekilde muhatap olamayacağı
anlatılırken, aklına bir gün önce satın aldığı çiftliği gelir. Öyle
ise, satıcıya tek tek sayarak verdiği para, satışı yapan kişi, satın
aldığı çiftlik, o çiftlikteki tüm mal varlığı, bunu satın alarak
gösteriş yaptığı çevresi, hepsi zihnindedir. Nasıl bir gece önce
rüyasında önemli bir ihaleyi kazandığını ve bundan dolayı büyük bir
kazanç elde ettiğini gördüyse ve uyandığında bunlardan elinde hiçbir
şey kalmadıysa, bu gerçek zannettikleri de bir rüya gibidir.
Öyle ise şu anda o yatının içinde değildir. Yatı
onun içinde, beyninde meydana gelen bir görüntüdür. Son model
mobilyalarla döşediği evine girdiğini sandığında, gerçekte beyninin
içindeki büyük bahçe kapısını açar ve beyninin içindeki eve girer. Ev
de, mobilyalar da, bahçe de, bahçe kapısı da zihnindedir.
Kendisine anlatılanların son derece açık gerçekler
olduğunun farkında olan bu insan, bir anda elindeki herşeyin aslında
bir gölge varlık olduğunun farkına varır. Tüm bunlar, kendisini yaratan
Allah'ın ona gösterdiği görüntülerdir. Allah, onu denemek için ona tüm
bunlara sahip olduğunu zannedeceği bir görüntü, bir yaşam yaratmıştır.
O da kendisine bunları verenin, bu görüntülerle nimetlendirip zengin
edenin Allah olduğunu unutup, bunlarla şımarmış, böbürlenmiş, insanlara
"hava atıp" onları küçük, kendini ise üstün görmüştür. O zaman, hayatı
boyunca bir hayal için, rüya gibi bir alem için boş yere hırs
yapmıştır. Ama bir gün, bu hayallere kendini kaptırdığı, onlarla
oyalanıp durduğu bir günde, bunların hiçbirinin mutlak varlığı
olmadığını, sadece Allah'ın var olduğunu anlamıştır.
Dünya hayatı boyunca bu gerçeği kabullenmekten kaçanlara, görmezlikten gelenlere Allah bir ayetinde şöyle dikkat çekmiştir:
İnkar edenler ise; onların
amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır.
Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur.
(Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri
görendir. (Nur Suresi, 39)
Ayette görüldüğü gibi Allah, inkar edenlerin
yaptıkları işleri bir seraba, hayale benzetmektedir. Ve o insanlar bu
hayallere bağlanıp onlardan medet umduklarında, bunların gerçek
olmadığını, tek gerçek ve mutlak olanın Allah olduğunu anlamaktadırlar.
İnsanların bu gerçekten bu kadar korkmalarının ve kabullenmek
istememelerinin ardında yatan en önemli nedenlerden biri, işte bu
örnekte anlatılan kişi gibi ellerindeki tüm varlıklarının,
itibarlarının, zenginliklerinin bir anda gideceğini anlamalarıdır.
Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyoruz: Bu anlatılanlarda,
"insanın sahip olduğu herşey ölümü ile birlikte arkasında kalacak ve
ona hiçbir şey sağlamayacak" denmemektedir. Burada "insanın sahip
olduğu herşey bir hayaldir" denilmektedir. Tüm hayatı boyunca
gösterdiği hırsın, kendisini üzerek, sıkıntıya sokarak, insanları kırıp
onları ezmeye çalışarak elde ettiklerinin bir hayal olduğunu
gördüğünde boş bir aldanış içinde olduğunu anlamaktadır. Gafil
insanların bu aldanış içinde yaşadıkları Kuran'da birçok ayette
insanlara bildirilmektedir. Örneğin Allah bir ayetinde insanların mala
düşkünlüklerini ve sahiplenme hırslarını şöyle bildirmektedir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar
yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere
duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar,
dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında
olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)
Bir başka ayette ise Allah dünya hayatının bir oyun, oyalanma ve aldanış olduğunu şöyle haber vermektedir:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir
oyun, 'tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme, mal ve
çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun
bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de
bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir.
Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk
(rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey
değildir. (Hadid Suresi, 20)
HAYALLERLE
GÖSTERİŞ YAPTIĞININ FARKINDA OLMAYAN İNSANIN DURUMU
Pahalı arabasıyla çevresindeki insanlara gösteriş
yapan zengin bir adam, gerçekte beyninde oluşan
araba görüntüsüyle gösteriş yapmaktadır. O anda
zengin adam, çok övündüğü arabasının aslı ile
muhatap olamadığına ihtimal dahi vermez. Oysa
gerçekte kendi beyninde oluşan araba görüntüsü,
o anda gösteriş yaptığı etrafındaki diğer insanların
beyinlerinde de ayrı ayrı oluşmaktadır.
O halde, eğer
ortamda beş kişi varsa ve her birinin beyninde
de arabanın görüntüsü ayrı ayrı oluşuyorsa,
- Gerçek araba
nerededir?
- Zengin adamın
arabası bu beş araba görüntüsünden hangisidir?
- Zengin adam
hangi araba görüntüsünü sahiplenecek ve hangisiyle
çevresine gösteriş yapacaktır?
- Gösteriş yaptığı
diğer kişiler de neticede zengin adamın beyninde
oluşan birer algı değil midir?
Sahip oldukları
mal ve mülkleriyle, evleriyle, arabalarıyla diğer
insanlara gösteriş yapanlar aslında "beyinlerinde
oluşan hayallerle, yine beyinlerinde oluşan hayallere"
gösteriş yapmış olurlar. İnsanların büyük bir
çoğunluğu bu çok önemli gerçeğin farkında bile
değildir. Elbette bu, son derece küçük düşürücü
bir durumdur. Çünkü sahip olduklarıyla övünen
kişi ne gösteriş yapılacak bir arabanın, ne de
gösteriş yapılacak insanların asılları ile hiçbir
zaman muhatap olamaz.
|
İnsanlar, dünya hayatında sahip olduklarını
sandıkları bu görüntülerin gerçekte bir hayal olduğunu anladıklarında,
boşa üzülüp hırslandıklarını, boşa vakit geçirip oyalandıklarını,
anlamaktadırlar. Sahip oldukları için hırslanan, onlar için insanlara
kızıp bağıran, sinirlenenler, masaları yumruklayanlar, maddenin aslı
ile hiçbir şekilde muhatap olamadıklarını anladıklarında, rüyasında
insanlara saldıran, kızan, bağırıp çağıran insan konumuna gelecekleri
için bundan çok utanmakta ve şiddetle pişman olmaktadırlar. Asıl olanın
kendilerine bu görüntüleri gösteren Allah'ın razı olacağı şekilde
davranmak olduğunu hemen anlamaktadırlar. Bu gerçeği kavrayanlar yani
müminler ise şöyle demektedirler:
De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (En'am Suresi, 162)
Şu önemli noktayı hiç unutmamak gerekir: Bu
gerçeği hayatının herhangi bir anında kavrayan bir insan hiçbir zaman
geç kalmış sayılmaz. Çünkü hemen hayata bakış açısını ve tüm
yaşantısını bu gerçeğe göre düzenleyip, artık hayaller için değil, tek
mutlak varlık olan Rabbimiz için yaşamaya başlayabilir. Allah, her
zaman kulları için affedici olandır.
Bu gerçeği görmezden gelerek, kendilerince
kurnazlık yapıp, tek mutlak varlığın Allah olduğunu kabullenmeyenler
ise, kendi kendilerini büyük bir tuzağın içine düşürmüş olurlar. Allah
onların bu durumunu şöyle haber verir:
... Onların onda (dünyada) bütün
işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz
olmuştur. (Hud Suresi, 16)
İnsan bu gerçeği şu an kabul etmek istemese ve tüm
sahip olduklarını mutlak varlıklar olarak kabul ederek kendini aldatsa
bile, sonuçta ölümünün ardından yeniden diriltildiğinde, yani ahirette
herşey çok net ortaya çıkacaktır. O gün, ayette bildirildiği gibi
insanın "görüş gücü keskinleşecek" (Kaf
Suresi, 22) ve herşeyi çok daha açık fark edecektir. Ama eğer dünyadaki
yaşamını hayali amaçlar peşinde koşarak harcamışsa, orada hiç yaşamamış
olmayı dileyecektir. "Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti" (Hakka Suresi, 27-29) diyerek helak olacaktır.
MADDENİN GERÇEĞİNİ GÖRENLERİN KAYBOLAN KİBİRİ
Bu açık gerçeği fark eden bazı kimselerin kendi
ifadeleriyle- "keyifleri kaçmakta"dır. Fabrikalarının, evlerinin,
arabalarının, mallarının, oğullarının, eşlerinin, yakınlarının,
makamlarının sadece beyinlerindeki kopyalarıyla muhatap olduklarını
anladıklarında, Allah karşısındaki acizlikleri ve güçsüzlükleri de
açıkça ispat edilmiş olmaktadır. Hem kendileri, hem sahip oldukları
şeyler hatta tüm evren bir hayal olmakta, kendileri de bir "hiç"
olduklarını anlamaktadırlar. Geriye sadece "ben" dedikleri ruhları
kalmaktadır. Bu ruhu da onlara veren Allah olduğu için, bu kişi önceden
imansız dahi olsa kesin olarak Allah'a iman etmekte ve O'na teslim
olmaktadır.
|
Sahip olduğu ünü ile kibirlenen, insanların kendisine
gösterdiği ilgi ile şımaran bir insan, peşinden
koşanların, kendisine ilgi gösterenlerin gerçekte
beyninde oluşan görüntüler olduğunu öğrendiğinde
bütün keyfi kaçar. Kibirinin hiçbir anlamı olmadığını
görür.
|
İnsan, bu gerçekleri kavradığında, gurur, kibir,
kendini beğenmişlik hislerinin yerini tevazu ve aczini çok iyi anlama
hissi almaktadır. Böyle bir insana dünyanın bütün zenginliği, en önemli
mevkisi de verilse bu insan şımarmayacak, kibirlenip
zalimleşemeyecektir. Hiçbir zaman, Allah'ın kendisine gösterdiği
görüntüleri izlediğini unutmayacak ve kendini hayallere
kaptırmayacaktır. Bu olağanüstü gerçek, hırs, büyüklük, azametin yanı
sıra, kin, nefret, öfke gibi olumsuz duyguları da kaldıracaktır.
Herşeyin bir hayal olduğunu bilen insanlar, hayaller için birbirleri
ile kıyasıya bir rekabet içinde olmayacak, birbirlerine bu yüzden
düşmanlık ve kin beslemeyeceklerdir. Herkesin kendini sadece Allah'a
teslim ettiği bir ortamda tevazu, teslimiyet, şefkat, hürmet, sevgi ve
samimiyet oluşacaktır.
Bu nedenle insanların bu gerçeği anlamazlıktan
gelmeleri, bu gerçekten ürküp kaçmaları çok mantıksızdır. İmansız bir
insanı bu gerçekler ürkütebilir. Çünkü bu gerçekleri kabul ettiğinde
Allah'ın varlığını da kabul edecektir. Ancak imanlı insanların,
maddenin, zihinde Allah'ın yaşattığı bir kopya görüntü olduğu, tek
mutlak varlığın ise Allah olduğu gerçeğine büyük bir sevinç ve coşku
ile sarılmaları gerekmektedir. İmanlı bir insanın, Allah'ın bu muhteşem
sanatından korkup bunu anlamazlıktan gelmesi akılsızca bir tavır olur.
Çünkü gerçek apaçık ortada iken, akla getirmeyerek, düşünmeyerek,
gölge görüntünün netliğine ve üç boyutlu oluşuna aldanmaya devam etmek
anlamsızdır. Mümin, gerçeklerden korkmaz, gerçeğin güzelliğini ve
derinliğini, Allah'ın kusursuz sanatının bu sistem içinde nasıl daha da
mucizevi hale geldiğini düşünür.
Bir başarısından dolayı
ödül alan bir insan, beyninin içindeki ödülü alır
ve beyninin içinde oluşan insan görüntüleri tarafından
alkışlanır.
|
BU GERÇEK DÜNYAYA HIRSLA BAĞLANANLARI
KORKUTMAKTADIR
Yaptığı işten dolayı ödül alan bir adam,
beynindeki ödülü alır. Ödülünü alırken onu alkışlayarak kutlayan
insanlar, aslında beyninde oluşan insan görüntüleridir.
İnsan, beynindeki küçük ekranda oluşan bu ödül
törenini izlerken, salondaki insanların, ödülün ve salonun asılları ile
beyninin dışında muhatap olamaz. Çünkü kafatasının dışına çıkamaz. Bu,
bir insanın kendisine verilen ödülü video kasetten seyretmesi gibidir.
İşte insanların, bu gerçekten büyük bir dehşetle
kaçmalarının nedeni budur. Dünya hayatına hırsla bağlananlar, mevki ve
makamlarının, kazandıkları ödüllerin, banka hesaplarının, yatlarının,
gayri menkullerinin, kendilerini öven, takdir eden insanların,
beyinlerindeki birer görüntü olduğunu anladıklarında müthiş bir öfkeye
kapılmaktadırlar. Bu şekilde, elde ettikleri itibar, şöhret ve malların
hırsla bağlanmaya değmeyeceğini fark etmekte, tüm kibirleriyle bu
gerçekten kaçmaktadırlar. Ancak gerçekten ne kadar kaçarlarsa
kaçsınlar, yine de tüm hayatlarını kafataslarının içinde geçirdikleri
gerçeğini değiştiremezler.
SIKINTI VE ZORLUKLAR DA RÜYADA GÖRÜLEN HAYALLER GİBİDİR
Bazı insanlar, sadece belli konuların beyinlerinde
meydana gelen görüntüler olduğunu düşünüp, bazı olaylar karşısında ise
bu gerçeği unutma eğilimindedirler. Oysa olayın ne olduğu
gözetilmeksizin, insanın hayatının her anında beynindeki kopya
görüntüleri yaşar. Örneğin, iflas eden bir iş adamı, gerçekte
beynindeki iş yeri görüntüsünde, yine beyninde oluşan insan görüntüleri
ile muhatap olur. Ticaretini yaptığı eşyanın, bu eşya karşılığında
aldığı paranın tamamı zihninde meydana gelen algılardır. Bu insan bütün
parasını kaybettiğinde aslında para görüntüsünü kaybeder. İş yerine ve
tüm eşyalarına haciz konan bir insan, beyninde oluşan eşya ve iş yeri
görüntülerini kaybetmiştir. Veya arabası çalınan bir insan da yine
zihninde izlediği araba hayalini kaybetmiştir. Hayatı boyunca tek bir
an bile aslı ile muhatap olamadığı ama buna rağmen sahiplendiği bir
görüntüyü artık görememektedir.
İnsanların hayatları boyunca
yaşadıkları tüm zorluk ve sıkıntı sebebi olaylar
da, gerçekte beyinlerinin içinde meydana gelmektedir.
Bu gerçeği bilen bir insan karşılaştığı her olaya
güzel bir sabırla sabır gösterir. Allah'ın herşeyi
hayırla yarattığını bilir ve tevekküllü olur.
|
Sadece bunlar da değil, hayatı boyunca yaşadığı
tüm zorluklar insanın beyninde oluşur. Örneğin, iç karışıklıkların
hakim olduğu bir ülkede, her an ölüm tehlikesi altında yaşayan, düşman
askerlerinin saldırıları ile her an karşı karşıya gelen bir insan,
aslında beyninde oluşan düşman askerleri görüntüsü ile karşı
karşıyadır. Bir saldırı sırasında yara alan, kolunu kaybeden bir insan
da beynindeki kol görüntüsünü kaybeder, tüm acı hissi beyninde bir algı
olarak oluşur. Düşmanlarının tehdit dolu anlatımları, kinli ve
saldırgan sözleri beyninde oluşan seslerden ibarettir.
Sonuç olarak, zorluklar, sıkıntılar, korku meydana
getiren olaylar da insanın beyninde meydana gelen hayallerdir. Gördüğü
görüntülerin gerçek yönünü bilen bir insan, içinde bulunduğu zorluktan
dolayı sıkıntı duymaz, bunlardan şikayet etmez. Veya en saldırgan ve
tehlikeli düşmanın karşısında dahi, beynindeki hayallerle karşı karşıya
olduğunu bilerek korku ve ümitsizliğe kapılmaz. Her birinin Allah'ın
oluşturduğu görüntüler olduğunu ve Allah'ın bunları hikmetle
yarattığını bilir. Her ne ile karşılaşırsa karşılaşsın, Rabbimize olan
teslimiyet ve güvenin verdiği bir huzur içinde olur. Nitekim Allah
birçok ayetinde inananlar için korku ve hüzün olmayacağını
bildirmiştir:
Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz
Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık
onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf Suresi,
13)
Hayatı boyunca gördüğü tüm olayları, duyduğu tüm
seslerin Allah'ın beyninde yarattığı görüntüleriyle muhatap olduğunu
bilen bir insan, korkmak, boş yere sıkılıp üzülmek, paniğe kapılmak
yerine, bu görüntülerin ve kendisinin Yaratıcısı olan, sonsuz merhametli
ve şefkatli olan Allah'a tevekkül eder.
MADDENİN GERÇEĞİ GİZLENMEDİĞİNDE OLUŞACAK OLAN
Maddenin aslı ile muhatap olmadıklarını, yalnızca
Allah'ın kendilerine izlettirdiği görüntüler ile iç içe olduklarını
bilen insanların tüm yaşamları, hayata bakış açıları ve değer yargıları
değişecektir. Bu, hem kişisel hem de toplumsal anlamda faydalı bir
değişim olacaktır. Çünkü bu gerçeği gören insan, Allah'ın Kuran'da
bildirdiği üstün mümin ahlakını hiç zorlanmadan yaşayacaktır.
Dünyaya önem vermeyen, maddenin hayal olduğunu
anlayan insanlar için önem verilmesi gereken şey maneviyat olacaktır.
Allah'ın her an kendisini işittiğini ve gördüğünü bilen, yaptığı her
hareket nedeniyle ahirette hesap vereceğini idrak eden bir kişi doğal
olarak güzel ahlaklı olacak, Allah'ın emir ve yasaklarına titizlik
gösterecektir. Böylece toplumda herkes birbirine karşı sevgi ve saygı
dolu olacak, iyi ve güzel davranışlarda herkes birbiriyle yarışacaktır.
İnsanlar arasındaki değer yargıları değişecek, madde değerini
yitirecek böylece insanlar arasında üstünlük, mevki ve makama göre
değil, ahlaka ve takvaya göre olacaktır.
Kimse, hayal olan şeylerin
peşinden koşmayacak, herkes gerçeğin peşinden gidecektir. İnsanlar "kim
ne düşünür?" zihniyetiyle değil "Allah ne yaparsam benden hoşnut
olur?" düşüncesiyle hareket edeceklerdir. Mal, mülk, makam ve mevkiden
kaynaklanan gurur, kibir, kendini beğenmişlik hislerinin yerini tevazu
ve aczini çok iyi anlama hissi alacaktır. Dolayısıyla insanlar Kuran'da
bahsedilen bütün güzel ahlak örneklerini severek ve isteyerek
yaşayacaklardır. Bu sayılan değişimler ise günümüz toplumlarının pek
çok sorununu doğal olarak ortadan kaldıracaktır.
Küçük çıkarları için bile sinirlenen, öfkelenen,
saldırganlaşan insanların yerini, her gördüğünün hayaliyle muhatap
olduğunu bilen, bu nedenle öfke, kızgınlık, bağırıp çağırma gibi
tepkilerin kendisini küçük düşüreceğini bilen insanlar alacaktır. Bu
sayede insanlara ve toplumlara huzur ve güven hakim olacak, herkes
yaşamından ve sahip olduklarından hoşnut olacaktır. İşte insanlardan
gizlenen bu gerçeğin, insanlara ve toplumlara kazandıracağı nimetlerin
bir kısmı bunlardır. Bu gerçeğin bilinmesi, düşünülmesi ve yaşanmasıyla
beraber insanlar daha pek çok güzelliklere kavuşacaklardır. Bu
güzelliklere kavuşmak isteyen kişilerin yapması gereken şey ise bu
büyük gerçeği iyice düşünmek ve anlamaya gayret etmektir. Allah bir
ayetinde şöyle bildirmiştir:
Gerçek şu ki size Rabbinizden
basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör
olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir... (En'am Suresi, 104)
MADDENİN GERÇEĞİNİN BİLİNMESİ MATERYALİZMİN SONUDUR
Hayatımız boyunca maddenin aslıyla muhatap
olmadığımız gerçeğinden en çok korku ve endişe duyanlar, elbette ki
materyalist felsefenin bağlılarıdır. Bunun nedenini daha iyi görmek için
materyalizmin genel bir tanımına bakmak yeterli olacaktır. Örneğin
materyalistlerin kendi kaynaklarında materyalizmin sapkın felsefesi
şöyle tarif edilir:
Materyalizm, dünyanın ezeli ve ebediliğini
(öncesiz ve sonrasızlığını), Tanrı tarafından yaratılmış olmadığını ve
de zaman ve mekanda sonsuzluğunu kabul eder.38
Meydan Larousse Ansiklopedisinin 8. cildinde ise maddeci felsefe şöyle tarif edilir:
Maddecilik, 'madde'den başka bir
cevherin varlığını kabul etmeyen öğretidir. Bütün gerçekliklerin
cevherini ve özünü ruhun meydana getirdiğini söyleyen 'ruhçuluk'un
karşıtıdır...
Hayatı boyunca taraftarlarına
maddenin mutlak gerçek olduğu yanılgısını anlatan Lenin,
en ateşli konuşmalarını aslında beyninde oluşan
insan görüntülerine yapıyordu. Güç bulduğu taraftarları
ise yine beyninde oluşan görüntülerdi.
|
Bu kısa tanımlarda da görüldüğü gibi, materyalist
felsefe maddeyi tek mutlak varlık olarak kabul eder ve madde dışında
hiçbir varlığı veya kavramı kabul etmez. Örneğin, maddeci felsefe ruhun
varlığını kabul etmez, insan bilincini beynin faaliyetlerinin bir
ürünü olarak görür. (Materyalistlerin bu iddialarının geçersizliğine
"Materyalizmin En Büyük Çıkmazlarından Biri: İnsan Bilinci" başlıklı
bölümde yer verilmiştir). Bu kitap boyunca anlatılanların en önemli ve
tarihi yönü ise, materyalist felsefeyi tamamen geçersiz kılmasıdır.
Çünkü, bugün artık açıkça bilinmektedir ki, madde dediğimiz şeylerin
sadece zihnimizdeki hallerini bilebiliriz. . Ve zihnimiz dışındaki
maddenin nasıl olduğunu göstermemiz imkansızdır. Çünkü zihnimizin dışına
çıkıp madde dediğimiz şeyin aslı ile muhatap olmamız mümkün değildir.
İki cümle ile özetlenen bu gerçeği kabul ettikten sonra, artık ortada ne
madde, ne maddecilik, yani materyalizm kalmamaktadır.Dış dünyadaki
maddesel varlıklara hiçbir zaman ulaşamayacağımıza göre, hiçbir zaman
görmeyeceğimiz maddeler üzerine felsefe yapmanın, bunlar üzerine bir
hayat görüşü bina etmenin mantıksızlığı ve gereksizliği de açıkça
ortadadır.
İşte materyalist felsefenin bağlılarının, maddenin
ardındaki bu önemli sırrın açıklanmasından son derece rahatsız
olmalarının, bu sır çok açık olmasına rağmen onu anlamazlıktan
gelmelerinin temel nedeni, bu konunun felsefelerinin sonunu getirdiğini
anlamalarıdır. Tarih boyunca tüm materyalistler maddenin gerçeğinin
açıklanmasından, hatta materyalizm taraftarlarının bu gerçeği anlatan
kitapları okumalarından büyük rahatsızlık duymuşlar ve bunu dile
getirmişlerdir. Örneğin Rusya'daki kanlı komünist devrimin
liderlerinden biri olan Vladimir I. Lenin, neredeyse bir asır önce
yazdığı Materyalizm ve Ampiryokritisizm isimli kitabında taraftarlarını
bu gerçeğe karşı şöyle uyarmaktadır:
Duyularımızla algıladığımız nesnel gerçekliği
bir kere yadsıdın mı, kuşkuculuğa (agnostisizm) ve öznelciliğe
(subjektivizme) kayacağından, fideizme (dini inanca) karşı kullanacağın
tüm silahları yitirirsin; bu da fideizmin istediği şeydir. Parmağını kaptırdın mı, önce kolun sonra tüm benliğin gider. Duyuları
nesnel dünyanın bir görüntüsü olarak değil de, özel bir öğe olarak
aldığında, diğer bir deyişle materyalizmden ödün verdiğinde, benliğini
fideizme kaptırırsın. Sonra duyular hiç kimsenin duyuları olur, us hiç
kimsenin usu, ruh hiç kimsenin ruhu, istenç hiç kimsenin istenci olur.39
Lenin, Mao ve Stalin gibi
komünist liderlerin peşinden gidenler, onları
güçlü önderler olarak görenler, nutuklarını büyük
bir dikkat ve coşku ile dinleyenler, bu insanların
kendilerine ait güçleri olan varlıklar olduğunu
zannederler. Oysa her biri beyinlerinde oluşan
hayali varlıklardır.
|
Bu satırlar, Lenin'in büyük bir korkuyla fark
ettiği ve hem kendi kafasından hem de "yoldaş"larının kafalarından
silmek istediği gerçeğin, materyalistleri ne kadar tedirgin ettiğini
göstermektedir. Ancak günümüz materyalistleri Lenin'den daha da büyük
bir tedirginlik içindedirler; çünkü bu gerçek bundan 100 yıl öncesine
göre çok daha açık, kesin ve güçlü bir biçimde ortaya konmaktadır.
Geçmişte bir felsefe veya bir yorum olarak
düşünülen bu konu, tüm dünya tarihinde ilk kez bu kadar karşı konulamaz
bir biçimde ve bilimsel bulgulara dayanılarak anlatılmaktadır. Bilim
yazarı Lincoln Barnett, bu konunun sadece "sezilmesinin" bile
materyalist bilim adamlarını korku ve endişeye sürüklediğini şöyle
belirtmektedir:
Filozoflar tüm nesnel gerçekleri algıların bir gölge dünyası haline getirirken, bilim adamları insan duyularının sınırlarını korku ve endişe ile sezdiler.40
Ülkemizde ve tüm dünyada, bu konu ile karşı
karşıya gelen her materyalistte bu "korku ve endişe" çok güçlü olarak
görülmektedir. Örneğin ülkemizde, felsefelerinin sözde temeli olan
evrim teorisinin bilimsel yönden çökertilmesiyle zaten ciddi bir şok
yaşamakta olan materyalistler, şimdi de Darwinizm'den çok daha önemli
bir dayanaklarını, bizzat maddenin kendisini kaybettiklerini anlamaya
başlamışlardır. Bu nedenle, konunun önemine dikkat çekip, bu konunun
kendileri açısından "en büyük tehlike" olduğundan, kendi "kültürel
dokularını tamamen yıktığından" söz etmektedirler.
Aslında bu, Allah'ın Kuran'da inananlara
bildirdiği bir vaadinin de tecellisidir. Hakkın ortaya çıktığı yerde
batıl olan fikirler yok olmaya mahkumdur:
De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)
Hayır, Biz hakkı batılın
üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın
ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden
dolayı eyvahlar size. (Enbiya Suresi, 18)
Materyalizm, insanlık tarihi boyunca var olmuş ve
bu felsefenin savunucuları, maddeyi kendilerine sözde delil alarak,
kendilerini yoktan var eden, bir hiç iken kendilerine can veren içinde
yaşayabilecekleri bir evren yaratan Allah'a başkaldırmışlardır. "Madde
var ise, Allah bu maddenin neresinde olabilir?" gibi yüzeysel ve
cahilce mantıklarla Allah'ın varlığını inkar eden ve insanların da
inkar etmeleri için çaba harcayan bu kişiler, günümüzde en büyük
dayanaklarının yıkıldığına şahit olmaktadırlar. Çünkü burada anlatılan
gerçek, felsefelerini temelden yıkıp atmakta, üzerinde tartışmaya dahi
imkan bırakmamaktadır. Tüm düşüncelerini, hayatlarını, kibirlerini ve
inkarlarını üzerine bina ettikleri madde, ellerinden bir çırpıda uçup
gitmiştir.
Materyalistler, tarih boyunca birbirlerine inkarı
ve inkarın metotlarını miras bırakmışlardır. Örneğin Lenin'in
yukarıdaki sözlerini bugün birçok materyalist kullanmakta ve
taraftarlarına bu gerçeği dinlememelerini, okumamalarını tavsiye
etmektedirler. Ancak bilimin, maddenin mahiyeti ile ilgili bu gerçeği
açıkça ortaya çıkarması ve internet gibi teknolojik imkanlarla tüm
dünyaya bilginin ulaştırılmasının son derece kolay ve hızlı olması,
onların bu çabalarını boşa çıkarmaktadır.
Çünkü insanlar büyük bir
hızla bu gerçeği okumakta, öğrenmekte ve kavramaktadır. Yakın bir
geçmişe kadar materyalizmi en geçerli dünya görüşü olarak kabul
edenler, bugün büyük bir hayret ve şaşkınlıkla dünya hayatının ve
maddenin gerçek yönünü öğrenmektedirler. İşte bu, Allah'ın inkarcılara
kurduğu muhteşem bir tuzaktır. İnkarcılar nasıl tarih boyunca sadece
Allah'ı inkar etmek için sapkınca maddeyi ilah edinerek kendi düşük
akıllarınca dine karşı tuzak kurduklarını sandılarsa, Allah
karşılığında onların sahte ilahlarını ellerinden alacak bir ortam
yaratmış ve onların tuzaklarını başlarına geçirmiştir. Allah, tarih
boyunca inkarcıların tuzaklarına verdiği bu karşılığı şöyle bildirir:
... Onlar bu tuzağı
tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah,
düzen kurucuların hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)
Allah, insanlara maddenin aslı ile muhatap
oldukları hissini vererek, materyalistleri tuzağa düşürmüş ve onları,
tarihte benzeri görülmemiş şekilde küçültmüştür. Mallarını, mülklerini,
mevkilerini, ünvanlarını, içinde bulundukları toplumu, tüm dünyayı ve
aslında birer hayalden ibaret olan herşeyi mutlak varlık sanmışlar,
üstelik bunlara güvenerek Allah'a karşı büyüklenmişlerdir. Kendi
akıllarıncaböbürlenerek Allah'a isyan etmiş ve inkarda ileri
gitmişlerdir. Bunları yaparken de güç aldıkları tek şey madde olmuştur.
Ama öyle bir anlayış eksikliği içine düşmüşlerdir ki, Allah'ın
kendilerini çepeçevre sarıp kuşattığını hiç düşünmemişlerdir. Allah
inkarcıların anlayışsızlıkları sonucunda düşecekleri durumu Kuran'da
şöyle haber vermiştir:
Yoksa hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) o inkar edenler hileli-düzene düşecek olanlardır. (Tur Suresi, 42)
Materyalistler, tarihin en büyük yenilgisine adım
adım yaklaşırken, bunun farkına da varamamışlardır. Örneğin, tüm
görüntülerin beyinde algılandığını keşfederken, bunun kendi inançlarını
temelinden çökerteceğini hesaplayamamışlardır. Materyalist bir bilim
adamı, yaptığı araştırmalar sonucunda, tüm gördüğü şeylerin gerçekte
sandığı gibi olmadığını, aksine beyninde meydana gelen bir görüntülerle
muhatap olduğunu ispatlayarak, materyalist inancına kendi elleriyle
darbe vurmuştur. Allah, inkarcıların kendi kurdukları tuzağa
kendilerinin şuursuzca düştüğünü bir ayette şöyle bildirir:
Böylece Biz, her ülkenin önde
gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu
günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine
kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)
Kuşkusuz bu gerçeğin farkına varmak materyalistler
için olabilecek en dehşet verici olaydır. Çünkü sahip oldukları herşeyin
sadece kopya görüntüleriyle muhatap oluyor olmaları, kendi tabirleri
ile onlar için henüz dünyadayken, "ölmeden bir ölüm" hükmündedir..
Bu gerçekle birlikte, bir Allah, bir de kendileri kalmıştır. Nitekim Allah, "Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak."
(Müddessir Suresi, 11) ayetiyle, her insanın Kendi Katında aslında
yapayalnız olduğu gerçeğine dikkat çekmiştir. Bu olağanüstü gerçek daha
pek çok ayetle haber verilmiştir:
Andolsun, sizi ilk defa
yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın' (bir
tarzda) Bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız...
(En'am Suresi, 94)
Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95)
Allah bir başka ayetinde ise, ahiret gününde inkarcılara şöyle sesleneceğini bildirir:
Onların tümünü toplayacağımız gün;
sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (o bir şey) sanıp da ortak
koştuklarınız?" (En'am Suresi, 22)
Bunun ardından inkarcılar, dünyada var zannederek
Allah'a şirk koştukları mallarının, evlatlarının, çevrelerinin
kendilerinden uzaklaştığına ve tamamen yok olduklarına şahit
olacaklardır. Allah bu gerçeği de, "Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı." (En'am Suresi, 24) ayetiyle haber vermiştir.
21. yüzyıl, bu gerçeğin tüm insanlar arasında
yayılacağı, materyalizmin ise yeryüzünden silineceği tarihi bir dönüm
noktasıdır. Bu gerçeği görebilen insanların, geçmişte neye inandıkları,
neyi niçin savundukları hiç önemli değildir. Önemli olan, gerçeği
gördükten sonra, buna direnmemek, ölümle birlikte zaten apaçık
anlaşılacak olan bu gerçeği geç olmadan anlamaktır. Unutmamak gerekir
ki, gerçeklerden kaçılmaz.
MATERYALİSTLERİN EN BÜYÜK KORKUSU
Şu anda kitabı tutan, kitabın
kağıdının kenarını ve kalınlığını hisseden eliniz
değil. Kitabı tutma hissi, sinir uyarıları vasıtasıyla
beyindeki dokunma merkezinde oluşturulan bir histir.
Bu dokunma hissini idrak eden
bilinç, beyindeki yağlar ve sinirler olamaz. O
halde insanın beyninde, eli ve parmakları olmadan
kitabı tuttuğunu hisseden varlık kimdir?
İşte bu madde-ötesi varlık,
insanın ruhudur. Allah çok büyük bir mucize olarak
insan ruhuna, hiçbir uzvu bulunmadığı halde tüm
hisleri idrak ettirir. Örneğin ruh, parmakları
olmadığı halde kitaba, pamuğa, taşa veya bir hayvanın
tüylerine dokunduğunu hissedebilir. İşte materyalistlere
büyük korku veren gerçek budur. Tüm hayatlarının
maddeye bağlı olarak geçtiğini zanneden materyalistler,
hayatları boyunca maddenin aslına bir kez bile
dokunamadıklarını, onu göremediklerini, beyinlerinin
dışına kesinlikle çıkamadıklarını düşündükçe,
büyük bir çıkmazın içinde olduklarını anlarlar.
Bu yüzden bu olağanüstü önemli mucizeyi insanların
gözlerinden uzak tutmak için var güçleriyle çaba
sarf ederler.
Ancak Allah, 21. yüzyılda insanların
her an yaşadıkları bu önemli gerçeği kavramaları
için gereken ortamı yaratmış ve bilimsel gelişmeleri
de bunun anlaşılması için önemli bir destek kılmıştır.
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder